Geçtiğimiz
yüzyıl tarihte birçok kırılma noktasının mevcut olduğu müstesna bir dönemdir.
Bu yüzyılda dünya savaşları, yıkılan imparatorluklar ve devletler, değişen ve
gelişen sınırlar ve tüm bu süreçler doğrultusunda yaşanan acılar ve hüzünler
tarihin tozlu sayfalarında yerini almıştır.
Tarih
20. Yüzyılı tüm gerçekliği ile yazar iken gerçeklerden kaçıp farklı algı
oyunları ile tüm gerçeklikleri çarpıtarak çıkar elde etmek isteyen kişi ve
hatta devletler bulunmaktadır. Günümüzde her coğrafyada yaşanan acılar sadece
tarih kitaplarında kalmamış anne ve babalar çocuklarına acıları ve hüzünleri
anlatmış, bu hüzün dolu hikâyeler anekdotlar ve anılara taşınmıştır.
Kimi
olaylar çarpıtmalar doğrultusunda çıkar elde etmek ve kirli siyasi oyunlara
alet edilmek için gerçekliklerle bağlantıları kopartılmıştır.
1915
yıllarında Anadolu coğrafyası birçok hüzün yaşamıştır. Osmanlı İmparatorluğu
Birinci Dünya harbinde Çanakkale’de, Kafkasya’da, Hicaz, Filistin ve Irak’ta ve
daha nice bölgede Anadolu insanı tarif edilmez acılar yaşamıştır. Tarih yaşanan
tüm acılara ve yaşanmışlıklara şahit iken kimi kişiler, oluşumlar ve devletler
ise tarihi olayları çarpıtmaktan geri durmamışlardır.
Bu
çarpıtmaların en belirgin örneği ise 100 yıldır farklı söylemler ile bir
Milleti suçlu ve günahkâr ilan etmek için adeta yarışa girenlerin her sene
ısıtıp ısıtıp önümüze koydukları Ermeni meselesidir.
Kafkasya
Cephesi’nde Osmanlı topraklarına saldıran Rus ordusu ile birlik olan
kandırılmış Ermeni çeteleri tarafından maalesef arkadan vurulmuş olduk.
Yüzlerce yıl aynı coğrafyada barış ve huzur içerisinde yaşamış olan insanları
birbirine kırdırmak için adeta yarışa giren emperyalist güçler 1915 yıllarında
belli grupları belli vaatlerle ( bu vaatler Doğu’da Ermenistan Devleti kurmak
gibi) kandırarak silahlandırmış ve Anadolu insanı başta Erzurum, Kars, Van, Erzincan
ve birçok bölgede katliamlara maruz kalmıştır.
Yaşanan
tüm bu elim olaylar sonrasında Doğu Anadolu’da yaşanan çatışmalar sonucunda on
binlerce insanımız hayatını kaybetmiştir. Düşman orduları ile birlik olan,
çeteler kuran ve bu çetelere yataklık eden kişilere önlem olarak ve Doğu
vilayetlerinde yaşayan sivil halkı korumak ve vatan savunması için bölgedeki
Ermenilerin başka bölgelere taşınması doğrultusunda Sevk ve İskan Kanunu
çıkartılmıştır.
Tehcir
kararını döneminde uygulayan Talat Paşa ve Rauf Orbay arasında geçen anılardaki
şu diyalog Sevk ve İskan Kanunun gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.
“Rauf Bey, düşmanlarımızın hatta
dostlarımızın bizi şiddetle tenkit ve itham eyledikleri Ermeni tehciri meselesi
de vardır. Fakat bizim yerimizde kim olsa idi, memleketin selameti namına bunu
yapmaya mecburdu.
Düşünün bir kere; ordularımız,
sayıca ve teçhizatça kat kat üstün düşman kuvvetleri karşısında adeta dişi ile
tırnağı ile bir ölüm kalım mücadelesi yaparken vatandaş bildiğimiz Ermeniler,
bütün menzil yolları boyunca silahlanıp ayaklanarak bizi arkadan vurmak
maksadıyla düşmanla işbirliği yaptıkları zaman, bu unsuru harp bölgeleri dışına
sevk etmekten başka bir çare tasavvur edilebilir miydi?
Görüldüğü
gibi Birinci Dünya savaşı döneminde birçok alanda ve cephede mücadele veren
ordumuz maalesef kışkırtılmış ve kandırılmış gruplar ve çetelerce arkadan
vurulmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda Ermenilere yönelik alınan tehcir kararı
bir saldırı ve soykırım değil bir önlem niteliğindedir.
Söz
konusu bu tehcir hamlesini hem döneminde hem de günümüzde farklı devletlerin
algısı ve çarpıtmaları ile bir soykırım diline dönüşerek tarihi bir yalan
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu
yalan birçok sömürgeci devlet tarafından Türkiye’ye karşı her zaman siyasi bir
hamle olarak kullanılmış ve bu meselede Türkiye her zaman haksız çıkartılmaya
çalışılmıştır. Tehcir kanunu ile başka bölgelere zamanında sağ salim
yerleştirilen insanlara soykırım yapıldığına dair gerçekle alakası olmayan
iddialar ortaya atılmıştır. Bu iddialarda hala devam etmekte ve adeta tarih ile
dalga geçilmektedir.
Türkiye
defalarca kez bu yalan sahiplerine arşivleri açalım komisyonlar kuralım
tarihçiler, akademisyenler ve bilim insanları ile araştıralım teklifini sunmuş
ama ne hikmettir ki bu iddiaları atanlar asla bu teklife yanaşmamışlardır.
Çünkü
tarihin tozlu sayfalarında gerçek apaçık ortadır.
1828-1829
dönemi Osmanlı-Rus savaşı döneminde binlerce Müslüman Anadolu insanının
Doğubeyazıt’ta Rusların kışkırttığı Ermeni çeteler tarafından katledilmesi tüm
kanıtları ile arşivlerimizdedir. Yüzlerce yıldır “Millet-i Sadık’a”
olarak nitelendirdiğimiz Ermenilere söylenen yalanlar ve yaşanan tüm olayların
sorumlusu tarihte net bir şekilde bellidir.
Tehcir
kanunu ile başka bölgelere taşınan Ermenilerin güvenliği yine bu süreçte en iyi
şekilde sağlanmıştır. Mal ve diğer varlıkları, eşyaları koruma altına
alınmıştır. Döneminde yaklaşık 300 bin Ermeni’de tehcirden muaf tutulmuştur.
Tehcir
sırasında Ermenilere kötü davranan, mallarını gasp eden ve bu yolculukta
ölümlere de neden olanlar ise 1915-1916 yıllarında vilayetlerde kurulan Divan-ı
Harplerde yargılamışlardır. Görüldüğü üzere Ermenilerin o dönemdeki haklarıda
güvence altına alınmıştır.
Başta
Ruslar ve diğer emperyalist ülkelerin kışkırtmaları ile doğu bölgesinin Ermenilerin
hakkı olduğunu iddia edenlerin bölge nüfusunun yüzde 80-90’nın Müslüman
kesimden oluştuğunu çok iyi bilmektedirler. Tarihte Türklere çamur atarcasına
söylenen soykırım yalanlarının failleri açık bir şekilde ortadır.
Türkler
tarafından değil ama kandırılmış ve bazı münferit gruplar tarafından
kandırılmış ve beyin yıkama operasyonu gerçekleştirilmiş kişilerin Anadolu’da, Kafkasya’da
ve tüm gönül coğrafyamızda yaptığı insanlığa sığmayacak zulüm ve katliamların
izi ve acısı hala yüreklerimizde tazeliğini korumaktadır.
Dönemin
en büyük şahitlerinden olan Kazım Karabekir’in anıları soykırımın gerçek
faillerinin kim olduğunu acı bir şekilde göstermektedir. Kazım Karabekir’in
kızı Timsal Karabekir’in babası ile ilgili anlattığı anılar tarihe büyük bir
anektoddur.
Babamın
anılarında çok çarpıcı, çok yürek burkan anılar vardır. Bir anısı şöyledir.
“Erzurum’a o kadar çok
yaklaşmıştım ki zaten biraz daha geç kalsam içeride kurtaracak can
bulamayacaktım. Sanki ölüler mezarlardan fırlayacak gibiydiler. Erzurum’a
insanlar beni gülerek karşılıyordu dişlerini görecek mesafedeydim. Biraz daha
yaklaştığımda ortada bir gayri tabiilik hissettim. Bu insanlar hiç
kımıldamıyordu.
Biraz daha yaklaştım ve dehşetle
gördüm ki bu insanlar Ermeniler tarafından canlı canlı kazıklara oturtulmuştu.
Ve ısdıraptan çehreler kasılmış öylece can vermişlerdi.
İşte
bu acı dolu anılarda o dönemlerde yaşanan vahşetin ve zulmün varlığını net bir
şekilde göstermektedir ki hiçbir insanlık kitabına sığmayacak davranışları
sergileyenlerin kimliği ve faili bellidir.
Tarih
tozlu sayfalarına zalimleri ve faillerini yazmıştır. Peki bu zalimleri savunan
ve kendini aydın zannedenleri tarih ve vicdan hangi sözcüklerle hangi köşeye
yazacaktır. Sadece statü elde etmek ve batının gözüne girmek için kendi
atalarına hakaret edenler tarihin sayfalarında değil dipsiz kuyularında ve
çöplüğündedirler. Türkiye aleyhine Ermeni Soykırımı kabul edilsin diye naralar
atanların sözleri kendi tasmalarını tutan efendilerini memnun etme çabalarının
bir göstergesidir.
Rus
ve Ermeni kaynaklarında ve arşivlerinde de savaş esnasında başta İstanbul ve
Batı vilayetlerinde de 300 bini aşkın Ermeni’nin sağ salim yaşadığı ortadır.
Soykırım
kelimesi Türklerin ne geçmişinde var olmuştur ne de geleceğinde vukuu
bulacaktır. Tüm bu kaynaklar doğrultusunda hala Ermeni Soykırımı iddialarını
ortaya atanlar zamanında haksız hak iddiaları ile topraklarımıza göz dikenler,
milli mücadelemiz ile tokat yiyenlerdir. Bu iddia sahipleri zamanın da
Kızılderilileri topraklarından alıkoyanlardır. Bu iddia sahipleri Hiroşima’yı
kasıp kavuranlar, Orta Doğu’nun petrolünü ve tüm zenginliğini semirenlerdir.
Tarih
boyunca dünyanın kalbi Anadolu üzerinde kirli emellerini gerçekleştirenler
birlik ve beraberlik için de yüzlerce yıl yaşamış insanları birbirine
düşürenlerin kirli emelleri hala devam etmektedir. Hiçbir zamanda bu
emellerinden vazgeçmeyeceklerdir.
Bize
ve gelecek nesle düşen en önemli görev ise tarihi gerçek anlamda okumak ve
kendini aydın zanneden 21. Yüzyılın misyonerleri ve jakobenlerine fırsat
vermemektir. Atalarımızın tarih boyunca kullandığı birleştirici ve
bütünleştirici dili korumak ve gönül coğrafyamızda yaşayan her insana ırk, dil,
din ve renk ayırt etmeksizin sevgi dili ile konuşabilmektir. Çünkü Çamda bizim
Kozalakta bizimdir
Bir yanıt yazın