MİLLİ EKONOMİ KALKINMA VE SOSYAL TOPLUM MODELİ “Büyük Dönüşümün ilk sözleri ve ilk başlangıcı”

yazar:

kategori:

  
1908’li yıllarda İttihat ve Terakkinin uyguladığı
Milli İktisat Politikası ömrünü yavaş yavaş dolduran 600 yıllık Osmanlı
Devleti’nin son 10 yılında uygulanmaya çalışılmıştır. İttihatçıların uyguladığı
politika 600 yıllık Osmanlı’nın hiç alışık olmadığı ekonomik hamleler içermiş
ve Osmanlı Devleti’nin ekonomik düzenine uyum sağlayamamıştır. Bazı alanlarda
özellikle sektörel  alanda tarım
konusunda gelişme yaşanmış ama maalesef hasat toplama ve emek kıtlığı yüzünden
de bu sektörlerde de uzun vadeli bir başarı elde edilememiştir. Girişimci
sınıfı daha yoğun bir şekilde kullanmak ve müteşebbis faaliyetleri arttırmak
isteyen İttihatçılar bu alanda sonuç almışlar ama bunun sonucunda da ekonomik
yozlaşma ve vurgunculuk büyük boyutlara ulaşmıştır.
Ziya Gökalp’e göre “Türklerin İktisadi sınıflardan mahrumiyeti Osmanlı ülkelerini güçlü
hükümetlerden mahrum bırakmıştır. Yönetimler iktisadi sınıflara yaslandıkları
oranda başarılı

olurlar çünkü tüccar,sanatkar ve işadamı sırf kendi faydası
için hükümetin kuvvetli olmasını ister oysa memurlar sınıfından güç alan
hükümetler her zaman zayıf kalacaktırlar çünkü işten el çektirilen memur iş
başına geçmek için görevdeki memur ise daha üst bir mevkiye yükselmek için
mevcut hükümeti düşürmeye çalışır”.

İttihat ve terakkinin uyguladığı milli iktisat
anlayışı 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun son demlerinde uygulanan son 10
yıl içerisindeki bir plandır ve uzun vadeli bir çalışma değildir. Düşünülen bu
milli iktisat anlayışı ile güzel şeyler planlanıp iyi niyetli sonuçlar alınmak
istenmiştir ama ittihatçılar içinde bulundukları durumu yeni inşa edecekleri
ekonomik ortamı ve zemini hem algılayamamış hemde uygulamaya koyamamıştır. İşin
statiği yoktur zemin güçlü değildir ve ortada son demlerini yaşayan bir devlet
vardı. Milli iktisat anlayışı ile yabancı sermaye ülkeye çekilmek istenmiştir
ama ülkenin mali alt yapısı ve kurumları zayıf olduğu gibi milli de olamamıştır
bu dönemde bankalar nerede ise tamamen levanterlerin elinde idi. Ticaretin
geliştirilmeye çalışıldığı bu dönemde dış ticarete önem verilmiş ve kapitalist
sisteme ayak uydurulmaya çalışılmıştır. Bu süreç doğrultusunda ciddi anlamda
bir dış borçla karşı karşıya kalınmıştır. İç borçlanmaya alışık olmayan Osmanlı
para basmak istemiş ve para arzının artışı ise enflasyona neden olmuştur.
Dünyada ki iktisadi faaliyetlere baktığımızda son
zamanlarda herkesin makro ekonomik değişkenleri olumlu tutma gibi bir çabası
olduğunu görüyoruz ekonominin bel kemiği olarak görülen faiz,enflasyon,ödemeler
bilançosu,bütçe açıkları ve finansmanı,işsizlik gibi faktörler dünya ekonomi
filminin baş aktörleri olarak yerini alıyor. Ülkelerin ise bu doğrultuda temel
amacı makro ekonomik değişkenleri arttırmak yada yeri geldiğinde azaltmak
olduğunu görüyoruz.
Gelişmiş ülkeler her ne kadar ekonomik sistemlerini,makro
ekonomik durumlarını düzeltmiş olsalarda insanlardan kaynaklanan ve çoğu
zihniyetlerin sahip olduğu daha fazlası benim olsun düşüncesi devreye gireceği
için bu ülkeler dünyanın tek hakimi bile olsalar asla ekonomik olarak yerinde
saymak istemeyecek ki zaten ekonomik konjektür buna izin vermeyecektir.
21.Yy’da ülkelerin farklı stratejiler
uyguladıklarını görüyoruz örnek verecek olursak ülkemizde Merkez Bankasının
amacının fiyat istikrarını sağlamak iken farklı ülkelerde ise Merkez
bankalarının görevi değişmektedir.Kimi ülkelerde enflasyon bariz bir problem
iken kimi ülkelerde ise deflasyon problem haline gelmiş bulunuyor 1929 Büyük
Buhranından bu yana ekonomik krizlerin tek bir konu üzerinde yoğunlaşmadığını
görüyoruz 1970 Petrol krizlerinin yanında 1980 ve 1990’lı yıllar arasında gerek
coğrafi konum ve enerji kaynaklarının bahanesiyle yaşanan savaşlar sonucunda
bir çok ülke ekonomik buhrana girmiştir.
2000’li yıllarda ise gerek ülkemizde ve diğer
ülkelerde de ekonomik istikrarsızlıkların nedeninin büyük bir kısmının devlet
yöneticilerinin almış oldukları kararlardan kaynaklandığını görüyoruz
Türkiye’de 2001 krizinin ve tüm Amerika kıtasını ve Avrupa’yı etkileyen 2008
krizi bu anlatdıklarımıza iyi bir örnek teşkil ediyor
Gününmüz ekonomilerinde ise ülkelerin zenginleşme de
izledikleri yol  ARGE çalışmaları ile
birlikte ileri teknoloji üretme ve sahip oldukları enerji kaynaklarını en iyi
şekilde kullanmaya çalıştıklarını görüyoruz özellikle 17.Yy’ da Sanayi devrimi
ile birlikte enerji kaynaklarına duyulan önem artmış ve petrol yeni dünya
teknolojilerinin can suyu olmuştur.Daha sonra enerji kaynaklarının tükeneceği
korkusu ile karşı karşıya kalan ülkeler ise alternatif enerji kaynaklarına
yönelmiştir.
  Ekonomi
dediğimiz olgunun sürekli bir değişim içerisinde olduğunu görüyoruz ve farklı
düşüncelerin,ideolojilerin,tezlerin ortaya atıldığı her dönemde ülkeler
kendilerini bu düşüncelere göre şekillendirip ekonomik hamlelerini bu
düşüncelere göre uygulamışlardır.Dünyamız ise belli bir zaman aralığında Doğu-Batı
bloğu olarak ikiye ayrılsada şu zamanda ise Liberalizmin izinden
gitmektedir.Zaman daha bize hangi farklı düşünceleri gösterir bilemeyiz ama
ekonomi biliminin asla aynı düşüncelerle sabit kalmayacağını kendini zamanın
şartlarına göre ayarlayacağının kanaatindeyiz tıpkı iktisat bilimi için
söylenen söz gibi İktisat öyle bir bilimdir ki iki farklı zıt düşünce bile
nobel ödülü alabilir.
  Türkiye
ekonomisine baktığımız zaman Cumhuriyetin ilanı 1923 yılından bu yana sürekli
bir değişim içerisinde olmuştur. Günümüze kadar geçen 90 yılı analiz edecek
olacak 2000’li yıllara kadar sık sık değişen ekonomi politikaları, 10 yılda bir
meydana gelen ekonomik krizleri, sosyal toplum açısından mezhepsel ideolojik
çatışmaları ve siyasi istikrarsızlığın baş göstediği koalisyon dönemlerini,
darbeleri ve ciddi makro ekonomik bozuklukları görmemiz mümkündür. 2000’li
yıllara kadar yaşanan bu sorunlar adeta Türkiye’ye tecrübe kazandırmıştır.
Türkiye’nin 2001 krizinden sonra geçtiği Güçlü Ekonomi Planlaması tüm sorunları
tamamen kökten silmesede ciddi anlamda Türkiye ekonomisine büyük bir katkıda
bulunmuş ve makro ekonomik göstergeler açısından uzunca bir dönem sıkıntı
içerisinde olan ülke ekonomisi büyüme rakamları, enflasyon, işsizlik, bütçe
açıkları, GSMH ve Kişi başı gelir oranlarında eskiye göre ciddi iyileşmeler
yaşamıştır. Her ne kadar ekonomik düzende son 10 yılda ciddi bir toparlanma
süreci yaşansada Türkiye ekonomisinin hala çözmesi gereken bir çok problemi
mevcuttur. Bunlar cari açık sorunu, enerji kullanımı, üretim ve tüketim
kapasitesi, dışa bağımlılık, siyasi ve ekonomik manipülasyon ve spekülasyonlar,
bilgi toplumu, ARGE harcamalarının düzeyi ve yeni enerji kaynaklarının
kullanımı ile birlikte hedefini tam anlamı ile tutturamayan bazı makro ekonomik
göstergeler hala çözümlenmesi gereken sorunlardır.
  Tüm bu
sorunlara karşı Türkiye ekonomisini 21.Yy’da daha kuvvetli daha bağımsız ve
kendine özgü yepyeni bir vücut-ruh bütünlüğü içerisinde gerçekleşecek Milli
Ekonomi Kalkınma ve Sosyal Toplum anlayışını ve modelini öneriyorum.

                                                                                                                       
GÜRKAN DANIK

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir